ANA SAYFA
GÜNDEME DAİR
BİZDEN HABERLER
EMEK-HABERLERİ
ALEVİ ONLİNE
Eylül Zamanı TV
KÜLTÜR/SANAT
=> Şiir
=> Öykü
=> Fıkra
=> Karikatür
=> Özlü Söz
HAYATIN İÇİNDEN
FOTO GALERİ
ANKETLER
DOST SİTELER
ZİYARETÇİ DEFTERİ
İLETİSİM
 

Sitemizin Tüm Hakları Halkın Ortak Mülkiyetidir...Tüm Ergümanları Özgürce Paylaşa Bilirsiniz...

DUYURU PANOSU

---Radyomuz Yayında---

Sitemizin Tasarımı Devam Ediyor.....

---Televizyonumuz Test Yayınına Başlamıştır---

Öykü

BACAKLARI OLMAYAN GERÇEK
Babasıyla şehre çok uzak yerdeki tek katlı evlerinden yıldızları izlerlerdi yaz akşamları. Babası o kadar meraklıydı ki hemen hemen birçok yıldız takımının ismini biliyordu. Oğluna her akşam anlatırdı:

Bak bu Orion Bulutsusu. Yandaki ise Andromeda Galaksisi, bizim Samanyolu’na benziyor. Bak görüyor musun? Şu yıldızların oluşturduğu cezveye benzeyen şekilse Küçük Ayı.

Hevesle dinlerdi babasını. Onu dinlerken kendisi de en az babası kadar heyecanlanırdı. Saatlerce gökyüzüne dalardı gözleri. Bir bilinmezlik vardı orda. Bir sır. Ona heyecan veren, içini tarif edemediği duygularla dolduran bir sır. Bir gün büyüyecek ve mutlaka çözecekti bu sırrı. Kendi kendine söz vermişti bir kere.

Ayda bir yayınlanan bilim dergisini hiç kaçırmazdı. Ayın biri geldiğinde babasından para ister hemen koşardı almaya. Önce derginin orta sayfalarını açıp kokusunu çekerdi içine, sonra da en başından başlardı okumaya. İlk başlarda anlamadığı o kadar çok kelime vardı ki... Ansiklopediler açar, kitaplar karıştırır, mutlaka bulmaya çalışırdı anlamlarını. Ortalama bir fizik öğretmeninin bile zor anlayabildiği kuantum, özel ve genel görelilik kavramlarını daha lisedeyken biliyordu. Ve klasik fiziğin anlatıldığı lise fizik derslerinde bildiklerinin heyecanıyla tüm bu kuralların atomaltı dünyada geçerli olmadığını haykırıyordu şaşkın hocasına. Bir bilimadamı olmak istiyordu. Kocaman bir labarotuvarda diğer bilimadamlarıyla doğanın sırlarını çözerken düşünüyordu kendisini. Buluşlarını makaleye döktükten sonra gelen yorumları düşlüyordu. Ne kadar da büyük bir bilimadamıydı o. İkinci Einstein denilebilirdi. Ve düşledikçe daha çok inanıyordu hedefine ulaşabileceğine.

Üniversite sınavlarını başarıyla geçmiş ve ülkenin en iyi üniversitesine bir fizikçi adayı olarak yerleştirilmişti. Babası onun küçüklüğünden beri bir bilimadamı olacağını biliyordu. O da gururluydu oğluyla. Hem de öylesine ki. Ama bir şeyler vardı eksik, biliyordu. Oğlunun düşünmediği, oğluna anlatmadığı ve belki şu an anlatsa da anlamayacağı. Ülkenin en iyi üniversitesine uğurlarken çok sevdiği oğlunun eline bir kağıt sıkıştırmıştı. "Bunu mutlaka sakla. Her an, her saniye cebinde olsun ve her gün olmasa da arada çıkar bir bak. Tekrar tekrar oku bu tek cümleyi" demişti. Otobüse biner binmez kağıdı açıp okumuştu ama ona o kadar da önemli değil gibi gelmişti. Gideli daha bir ay geçmeden babası hayata gözlerini yummuştu. Belki de babasının son arzusunu yerine getirmek için yıllarca saklamıştı bu kâğıdı yanında. İçinde yazan tek cümleyi önemsediği için değil, babasından kalan bir hatıra olmasından dolayı.

Önce lisans bitti. Sonra yüksek lisans. Ardından doktora. Sonra birbirini izledi yükselme amaçları. Çocukken düşlediği büyük labarotuvarda büyük başarılara imza atma fikri gerçeğe dönüşmüştü. O, büyük bir bilimadamıydı. Ülkesinin gurur duyduğu, bilimsel dergilerde makaleleri merakla takip edilen, ülke sınırlarını aşmış bir bilimadamı. Mutluydu. Ta ki o güne kadar.

O gün derse her zamanki rahatlığıyla gelmişti. Dönem başında verdiği, öğrencilerinin istedikleri herhangi bir konuda bilimsel bir sunum hazırlama ödevini izleyecekti. Ders anlatmayacağı için bugün fazla yorulmayacaktı. İlk öğrencisine bıraktı kürsüyü. Ve oturup izlemeye başladı.

Öğrenci ilk başta sunumunun içeriğini anlattı. Ele aldığı konu bilimin insanlığa nasıl zarar verir hale geldiğini anlatıyordu. Kaşlarını çatmıştı büyük bilimadamı. Ne biçim konuydu bu, dalga mı geçiyordu yoksa? Sinirlenmişti ama istifini bozmadan sonuna kadar izleyecek, tavrını sonra ortaya koyacaktı.

Uzun boylu, siyah saçlı öğrenci hocasını sinirlendirdiğinin de farkında olarak konuşmasına başladı:

Türk Dil Kurumu’nda geçen tanıma göre bilim; "Alanını oluşturan olaylar üzerinde betimleme açımlama ve öndeyilerde bulunma olanağı veren, uygulamalı yordamlar geliştirmeye yardımcı olarak konusunu denetim altına almaya elveren bilgiler üretme çabası ya da bu tür bilgiler kümesi" dir. Modern bilim, iki bileşenin bileşiminden ortaya çıkmış bir etkinliktir. Bir yanıyla emprik/eylemsel, diğer yanıyla zihinsel etkinliktir. Bilim; problemleri ortaya koymak, üzerinde çalışmak, hipotezi ileri sürmek ve çözüme (teori ya da yasaya) ulaşmak suretiyle yapılır. Ve bilim felsefesinin amacı salt bilme etkinliği olarak bilimi anlamaktır. Tabii ki bilim salt bilme amacıyla yapılmaz. Bilimin asıl amacı; içinde bulunduğumuz doğanın işleyiş yasalarını kavramaya çalışmak ve bulunduğumuz ortama ayak uydurmak, onu herkese ve herşeye daha yararlı bir biçimde dönüştürmektir. Burada dikkatinizi çekiyorum: "Herkesin ve her şeyin yararına". İşte tam da bu noktada değerlendirdiğimizde bilimin kendiliğinden doğmadığı, onun nasıl oluşacağına ve kimlerin yararına birikeceğine, var olan toplumu yöneten sınıfın karar verdiğidir. Tam da bu noktada bilim bugün; "herkesin ve herşeyin yararına" değil, belli bir kesimin yararına yapılmaktadır. Bu nedenle de günümüzde bilim ve teknoloji, o kesim içinde yer almayanlara karşı bir baskı ve sömürme aracı olarak kullanılmaktadır.

Tek tek bilimlerden örnek verecek olursak; tıp alanındaki çalışmaların daha çok "koruyucu sağlık önlemleri" konusunda yoğunlaşması gerekirken, tam tersine bu önemli alan tamamen boş bırakılıp ilaç sektöründeki çalışmalar hızlandırılmıştır, çünkü "koruyucu sağlık önlemleri" ilaç firmalarının gelirlerini azaltacaktır. Görüldüğü gibi burada yapılan bilim toplumun yararı için değil belli bir kesimin kar hırsı içindir. Örneklerimize devam edelim; mesela genetik şifrenin çözülmesi olayı toplum için çok yararlı bir bilimsel olaydır. Tedavisi mümkün görünmeyen bir çok hastalığın yokedilmesine ön ayak olacağı tahmin edilmektedir. Bu alandaki genetik çalışmalarının yoğunlaşması gerekirken tam tersine genetik şifreler şimdiden patentlenmeye çalışılmaktadır. Psikoloji biliminden yararlanarak, insanların sermayedarlar için daha iyi nasıl sömürüleceği üzerine, insan kaynakları alanında birçok bilimsel etkinlik yapılmaktadır. Ve savaşlar için geliştirilen biyolojik ve kimyasal silahlar. Üzerinde çalışan bilimadamlarının "daha iyi nasıl patlatabiliriz" sorusuna yanıt buldukları alanlardır.

Ve küresel ısınma... Günümüzdeki ölümlerin bir çoğu solunumsal ve kardiyovasküler nedenlere bağlı. Bunları oluşturan temel nedense hava kirliliğiyle birlikte küresel ısınma. Sıcak hava dalgasındaki artış kalp ve solunum hastalıklarına bağlı ölümlere neden olmaktadır. Bu küresel ısınmanın şimdilerde neden olduğu birkaç olaydır. Eğer önlem alınmazsa dünyayı yok edecek büyük bir sorundur. Aslında çözümü de basittir. Enerjiyi verimli kullanma, az tüketim, ekolojik yaşamı geliştirme, yenilenebilir kaynaklara dönme. Ama bunların tam tersine yine kar hırsı için bilimadamları ekolojik dengeyi bozacak şehir planlamalarına, sanayi kurumlarına bilimsel kaynak oluşturmakta ve toplumdaki tüketim çılgınlığına ön ayak olacak buluşlara imza atmaktadırlar.

Bütün bunları bir arada değerlendirdiğimizde tüm insanlığın saygıyla baktığı bilime büyük bir gölge düşüyor. Ve sormadan bunun yanıtı bulunmuyor: Bilim, ama kimin için?

Daha somut bir örnek için şu fotoğrafa bakmanızı istiyorum.

Bu benim kardeşim, biz sınır bölgesinde yaşıyoruz. Gördüğünüz gibi kardeşimin iki ayağı da yok. Köyümüze yerleştirlen mayınlar yüzünden iki bacağını da kaybetti.

Çok önceden televizyonda izlemiş. Kocaman gözlükleriyle bir proföser tamamen yerli olanaklarla yapılan yeni silahları gösteriyormuş övünerek. Ve şimdi 12 yaşındaki bu çocuğa bilim ya da bilimadamı dediğinizde korkuyor. Nedenini soruncada iki bacağını gösteriyor.

Öğrenci izin isteyerek yerine geçti. Profesör yıllarca cebinde saklı kalan babasının hatırasını hatırladı bir anda. İyice eskimiş ve buruşmuş kağıdı bir daha çıkardı. "Bilimlerin amacı tüm insanlığın yararına hizmet sunmak olmalıdır" diyordu küçük kâğıtta. Ayakları olmayan çocuğa bir daha baktı. Parıldayan gözleri, küçücük elleri ve umutsuz gözleriyle bakıyordu olmayan bacaklarına. Kağıdı bir kez daha okudu. Yıllarca anlam veremediği, anlam verdiğini sanıp boşverdiği gerçek tam da karşısındaydı. Hem de olmayan bacaklarıyla.

Örs ve Çekiç


Kasabanin en islek caddelerine kurmustu dükkanlarini demirciler.
Bundan dolayi bu caddeye demirciler carsisi diyorlardi.
Birgün göcmen bir adam geldi bu kasabaya ve kendisininde demirci oldugunu, carsinin bir kösesine ufak bir dükkan acmak istedigini söyledi.
Eskinin yerlesik demircileri adama güldüler, öyleya bu kadar demirci arasinda ekmek parasi kazanmak öyle kolay olmayacakti.
Tabi birde rekabet vardi, adami aralarinda kolay kolay yasatmazlardi.
Adam hicbir seye aldirmadan dükkanini acip yavas, yavas calismaya basladi.
Birgün bu adam eline hic islenmemis, kaba saba bir demir parcasi aldi.
Demiri kizdirip dövdükce, bir zaman diliminde demir sekillenmeye basladi.
Sonucta ortaya öyle bir eser ciktiki, diger demircilerinde dikkatini cekti.
Herkes malin üzerine konmaya calisti, fakat adam kararliydi, kendi eserinin üzerine baskasini oturtmaktansa ölümü bile yeglerdi.
Birgün bu kasabaya bir kervan yol ugratti.
Kervanci basi carsiyi gezerken camin önünde demircinin eserini gördü.
Kervanci basi zengin, demirci ise fakirdi.
Demirci pazarligi kervanci basinin eline birakti ve ne kadar verebilecegini sordu.
Kervanci basi bir teklifte bulundu ve malin gercek anlamda degeriydi.
Demirci kervanci basinin maldan anladigina kanaat getirip baska bir teklifte bulunmadi.
Kervanci basi malin parasini ödeyip, demircinin eserini güzelce paket yaparak alip kasabayi terketti.
Demirci eserinden kazandigi parayla carsinin en güzel vede büyük dükkanini acti.
Ömrünün geri kalan kismini orada gecirip, ölüme meydan okuyamadan cekip gitti.
Tarih dönüsüm sürecini tamamlayip, baska bir zaman dilimine sarkti.
Ve bu zamanda herkes demircinin yarattigi eserle gurur duydu, cünkü o insanliga öyle bir eser kazandirmisti.
Eserin gösterisinden baslari dönenler kimdi bunun ustasi diye sormadi.
Ustaysa yarattigi eserin gururuyla yoluna devam etti.
Ve dediki: Azdi, özdü fakat benimdi.
Cünkü eserin üzerindeki marka demirci ustasinin ismini tasiyordu.
Demircide bunu damarlarina kazir gibi kazimisti bedenine


12 Eylül anaları için... Günaydın Ana'


SEVGİLİ ana. Herkes için duacı. Sen öylesine inceliklerle dolusun ki, ana. Pazarlarda satıcı. Kapı kapı şişe satın alan ana. Orospu ana. Peşinde polisler sokaklarda dolaşan ana. Nasılsın ana? Bütün duyarlı şeylere benzeyen ana. Kahve toplayıcısı ana. Zarif vazolara koymak için yol kenarından çiçek toplayan güvenilir ana. Hastalıklar içinde kıvranan ana. Tanrının bakire Meryemi ana. Kutsal isim. Atocha'nın ve güzel San Antonio'nun kutsal çocuklarına mum yakan. 0 karanlık sokaklarda ana. Ananas turtası ve mısır içkisi satıcısı. Kendini güneşten korumak için gazete kağıdından şapkalar altında ve yürüyüş uzun sürer diye koluna kızarmış fasulye ve küçük börekler dolu bir çanta, caddelerde gezinen ana. Gecekondu Sakinleri Birliği üyesi ana. Yalınayak ana. Mermiler gelir diye sokakta her an koşmaya hazır ana. Gayretli ana. Pamuk toplayan, yakıcı güneşi altında sahilin.

Ner'desin? Güzel bir günde, beni bir parça olsun sevdiğinde tanrım, ikimizin birlikte oturacağı bir ev yapacağım. Merhaba ana. Kötü anne. Ninni küçük çocuk. Gün senin günün, açlıktan ölme günü. Oğlumu serbest bırakın diye onlara yalvaran ana, hiçbir şey yapmadı o, kapa çeneni be ihtiyar orospu. Geç geleceğim ana. Morgda ana. Benim anam. Ölülerin arasında oğlunu arayan ana. Bakir ana, yalnız. Ruhun değil bedeninin titrediğini söyleyen ana. Oğlumun cesedini verin diyen ana. İnsan ana, büyükanne, büyükbaba, ana, ana, ana... Günaydın ana...

* Manlio Argueta'nın, 'Caperucita en la Zona Roja' (Kızıl Bölgedeki Binici Şapkası, 1977) adlı romanından... (Türkçesi: Emirhan Oğuz, 1991

Kİm Kİ YoldaŞ Bunlar, Her Dİrek Altina Bİr Bebek GÖmdÜler
Ve kravatlı teröristler; herşey olan halkım bunlara neden geçit verdiler, akıl almaz kanlı teknolojiler

Ne istediyseler elde ettiler, kim ki yoldaş bunlar her direk altına bir bebek gömdüler

Gözümdeki yaşa yaş eklediler, boşa gitti bin yıllık çabalar, barışlar, boşa gitti emekler

Paranın silaha gittiği bir dünya, aman savaş olmasın insanlar ağlamasın derken

Herkese örnek sömürücü bir ülke Amerika, girdiği yerden hiçbir zaman çıkamayan

Dokunduğu yeri yakıp kavuran, demokrasi getirdim deyip de acıları çoğaltan bir sistemin kalbi

Ölen onca sivilin, masumun günahı boynunda Amerika, kan mevsimin daha dinmedi mi

Doymadın mı Mr. Bush iblisi? Medeniyetinin hepsi uyuşturucu bağımlısı

Gelmiş geçmiş yanlış yönetimlerin parayla kapatmadınız mı ağzını

Japonya bir gecede yıkmadı mı saltanatınızı, çaresizdiniz, aşağılıkça bir atom bombası oldu karşılığı

Vietnam'da iç çamaşırlarınızı bırakıp kaçmadınız mı, benimse baş kaldırır içimdeki devrim çocukları

Özgür ve hür bir şekilde aydınlığa yürüyorlar, açık alınlarında kızıl yıldızları

Ve sen Amerika;

Hep mağlubiyetlerle dolu bir geçmiş ve tarihten bahsederken geleceğinize ezik bir jenerasyon

Hey; çocuk katilleri, boğmadı mı sizi daha Bağdat'ın yanan külleri

Gerçeği anlatmak için başkaldıranlar mı terörist

Nice hükümetler tarafından dürüst insanların ismi lekelendi

Kıbrıs'ta 19 yaşında bir genç kırdı zincirlerini ve ateşe verdi esareti

Yerinde durmuyor yüreğim ve hançer gibi saplansın istiyorum her bir faşiste sözlerim

Hasip Özay MİRİLLO (K.Y)
 

Bugün 10 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol