ANA SAYFA
GÜNDEME DAİR
BİZDEN HABERLER
EMEK-HABERLERİ
ALEVİ ONLİNE
Eylül Zamanı TV
KÜLTÜR/SANAT
=> Şiir
=> Öykü
=> Fıkra
=> Karikatür
=> Özlü Söz
HAYATIN İÇİNDEN
FOTO GALERİ
ANKETLER
DOST SİTELER
ZİYARETÇİ DEFTERİ
İLETİSİM
 

Sitemizin Tüm Hakları Halkın Ortak Mülkiyetidir...Tüm Ergümanları Özgürce Paylaşa Bilirsiniz...

DUYURU PANOSU

---Radyomuz Yayında---

Sitemizin Tasarımı Devam Ediyor.....

---Televizyonumuz Test Yayınına Başlamıştır---

Şiir

Abdullah Oralın - Eylül Zamanı Kitabından

Neden Eylül

Yüzlerce yıldan buyana bizler her zaman EYLÜL.ü hazal mevsimi yaprak dökümü olarak tanıdık bildik görünen o.ki eylüllerde sadece dökülen yaprak değil.
Üzerinde yaşadığımız topraklarda gayrı.eylüller,de insan dökülmekte toprağa....
Kanatları kırılmış kuşların can telaşında iken, boğazlarının koparılışını anlatıyor bütün eylüller bana. Daha dün gibi taze dağlara sinmiş barut kokusu. içtiğim suda yediğim lokmada, gün geçtikçe bir çığ gibi büyümekte, yüreklere kanla yazılmış eylül yaraları.
Sol tarafıma oturmuş, acılarımı bölen geceleri çığlığı. ağzımızda kaşığa
soframızda ekmeğe uzanan kirli ellerin, alnımıza çizdiği kalın çizgilerin izleri, aslı duruyor yanaklarımızda hala, yazılmadan boş bırakılmış mezar taşlarına benziyor bütün eylüller...
yani sırtlanlar ete üşüşür ya, kargalar leşe. işte öyle üşüştü sermaye, on iki eylül sonrası emekçi yoksul hakların üstüne, yaşamdan payımıza düşen umuttur diye,kopardılar taze fidanlarımızı toprağından kıpırdayan her şeyi vurarak, konuşan her nefesi susturarak on iki eylülden bu güne kadar yoğun. soğuk savaş stratejilerinin uygulandığı,bir dönem yaşadık. Soğuk savaşların sıcak savaşlara dönüştüğü. sivas yangınından,cezaevi katliamlarına kadar,yaşadık gördük.Asgari ücretle açılıktan ölüme terk edilen,işçi sınıfı yanı sıra yıllarca çalıştırılıp, sonrada meyve posası gibi kaldırılıp atılan bir köşede açlıktan ölüme terk edilen emeklilerimiz yani ne yana baksan havayı ne yandan koklasan yaşamı hangi pencereden gözlemlesen sokaklarda hala eylülün ayak izleri. yani zamanın her diliminden eylül geçiyor bir taraftan medya patronlarının aptal kutularıyla uyutulurken, yoksul halklar aydınlarımız,ressamlarımız hatta edebiyatçılarımızla, bu aptal oyunun bir parçası oldular

Şimdilerde birçok aydınımız yazarımız, birahane ve meyhanelerde yarım kalmış devrim türküleriyle kendilerini avunmaya bıraktılar. Umut ışığını yakmasını beklediğimiz eller arabesk kültürün birer parçası oluverdiler.Günümüzde en çok satan edebiyatçılar ise kendinde olmayan renklerin ardından koşanların eserleri, oysa onların karanlığı aydınlatmasını beklerken görünen o ki karanlık kuşatmış onları. Tualdeki çizgiler bile aydınlatamıyor gayrı kendi rengini bütün hatlar ve şekiller onca parlaklığa rağmen kapkara bir utanç gibi artık tüm çizgiler kapitalizmi yermek ve emperyalist baskılara baş kaldırmanın yerine eğile büküle secde kılıyor efendilerine.
Düşünüyorumda neydi aydınlarımızı başka renklerin ardından koşturan korkumu, yoksa çıkar düşkünlüğümü, çıkarlarının ardından koşanlardan halk için bir şeyler yapması beklenemez. onlar zaten kendi yüzlerini yitirmişler. ya korkularının tutsağı olanlar tarihe baktığımızda yaşadıkları döneme ait efendilerinin uşağı olarak kalmışlar
İbni Haldunun şu güzel sözlerini örnek verecek olursak .Devlet büyüklerine yaranmak kaygısı tarihçiyi yanıltır bu kaygı kötüyü güzel gösterme çabasını doğurur. Tarihçinin işi, tarihi güzelleştirmek değil olduğu gibi anlatmaktır.
Günümüzde sözde aydınları. İbni Haldunun tarihci için bu söylemlerini kendileri için de düşünmesi gerekiyor. Unutmayalımki, tarih gerçeğin peşinden gidenleri yaşatır ve ölümsüzleştirir Hallacı mansuru binyüz yıldır yaşatıyor.Hallacı Mansurun açık sözlülüğü yüzünden başına gelenler ondan sonrakilerin gözlerini korkutmuş olacak’ki, ondan sonra gelen düşünce adamları kendilerini tasavvuh tarikatının içinde bulmuşlardır.
Günümüz aydınları da 12 Eylül sonrası, toplumsal gerçeklerden uzaklaştıkça kendilerini ya imgelerin arasına sakladılar, yada kendilerinden olmayan renklerin arkasına.
Geçek olanın dışına doğru hayali bir uçuşla ‘ mümkün olan bu ters yüz edilişi,her şeye tersine dönmüş, ‘gerçek dışı’ bir imge veren ve yanılgının en yüksek biçimini temsil eden idealist dünya anlayışını meydana getiriyor..
İdealişt dünya anlayışı ise emeğin emekci nin üretimde köleleşmesini sağlıyor ve kendi sınıf mücadelesinden koparıp kimlik sizleşmesine olanak sağlıyor.
Ondandır, Eylül zamanı. 27yıllık bir torna emekçisinin, nasırlı ellerine düştü, yok sayıl masın diyedir ülkemde, işçi sınıfı, bana kaldı, emeğin, ve emekçinin, şiirini yazmak. bir sesi olsun istedim, ülkemde, yok sayılmaya yüz tutmuş sınıfımın. broşlarımda yanık yağ kokularıyla demir talaşlarından topladım, meneviş renginde sulanmış, sedaya duran bu bilinci, sokaklarda hala eylülün ayak izleri.........



EYLÜL ZAMANI

Öyle uzak duruyor ki yaşan bizden
Geceler uyuyor acıların içinde
Hayat ormanları kurşunlanıyor
Yıkılmış korkunun kirli yanları
Kalleş ölüme gönüllü koşuyor çocuklar
kurşun eriterek körpe yüreklerinde

Yağmurdan yine eser yok
Direncin çığlığı yağıyor çağımıza
Sevdanın isyanın
Boyun eğmek döneklikti zulme
Eylülde kanatılmış dağların yüreği
Eylül yürekliler
Dökülüp gitmekte namluların içine

yılan hikayesi bütün düşler
Tüketmeye çalışırken acıları
Başlıyor kanamaya gözler
Eylül geçiyor kapılardan

Bakmayın martın baharı örgütlediğine
Dolu vurmuş dallarına
Göy ekin biçiliyor şimdi
Paletler altında kalmış kardelen

Unuttuk kiloları
Bir işçi iki baş soğan eder
Yada üç patates
Duymak kolay olsa duyardı herkes
Aç çocukların sesleri tırmalıyor kulağımı
Şimdi eylül zamanı
Okşayan ölüm yanakları

Sen ey baldırı çıplak
Yaşama duyarsız insan
Sen kulak asma bunlara
Sevda türkülerinin söylendiği bir gecede
Bölünmemişse uykuların
Yürümemişsen yalın ayak
Üstüne üstüne korkuların
Ürkütmemişse direncim
Ürkütmemişse açlık seni
Bilemezsin eylülün getirdiklerini

Bizimkilerde
Acının baharı yaşanıyor şimdi
Geriye kalanlar bilir işkencelerde
Dağları nasıl kuşatılır yalnızlığın

Yeniden doğurmaya
Aht etmiş kadınların
Şarapnel dökülmekte rahimlerinden
Analar şallarını örtüyor
Ölü çocukların üstüne
Dudaklarında paramparça sevdanın çığlığı
Çıplak namluya sürülmüş ekmek
Dün gibi taze yarına yüklenmiş acılar
Kim duyuyor kim görüyor
Kapılardan eylül geçiyor

Eylül geçiyor
Sarkık memeler annenin utancından
Aç bebenin gözlerinden

Eylül geçiyor
Ekmeği çalınmış soframızdan
İşçi yutan fabrikalardan
Yorgun iş dönüşünden

Eylül geçiyor
Sokaktan mahpustan hücreden
Tüketildikçe yaşam
Direniyor insan
Şimdi eylül zamanı
Eylül geçiyor kapılardan

Aldanmayın sakın ha
Takvimlerin gösterdiği tarihe
Mayıs temmuz aralık yok

Şimdi eylül zamanı
Yaşamın yüreği hançerlenen
Gençliğin sevdası
Gelinin tel duvağı
İşçinin emeği
Annenin özlemi
Varlık anlamını yitiriyor her şey

Yaşayıp yazamadığım şeyler gibi
Mutluluğun resmini çizmek ne kadar zorsa
Mutsuzlukta aynı zorlukta
Henüz yazılmamış türküler misali
Söylenmemiş sözlerle, öpülmemiş yüzlere
Otuz marta yazılmış ezgiler okunur şimdi

Gözlerimde yağmur başımda bulut
Dağlar uzağında güneşin
Ne zaman başımı kaldırsam
Baksam gökyüzüne
Gözlerime yıldızlar yağar
O zaman anlarım
Yıldızlaşmış umutlar


Şubat 2001



Dur Diyelim

Para değip tapanlara
Atomları atanlara
Buna alkış tutanlara
Dur diyelim hep beraber

İnsanları asanlara
Diri diri yakanlara
İşkenceyi yapanlara
Dur diyelim hep beraber

Nükleer diğip girenlere
Petrol alıp gidenlere
İnsan kanı dökenlere
Dur diyelim hepberaber

Muhittin Taşkın


Eşekliğimiz ve gerçekliğimiz... 
Yönetilen sürü, yöneten çoban
Fayda etmez ğayretin çaban
Çeken öküz, çektiği karasaban
Ho de gitsin, oha de dursun


Yaz gelecek de, yeşerir yonca
Az bile gelir de çekilenler bunca
Memlekete eşeklik baki kalınca
Ço de yürüsün, çüş de dursun

Eşekleri çalıştır, atları yemle
Binilmeye alıştır, tayları gemle
Yükü eşekle, düğünleri senle
Deh de yürüsün, hop de dursun


Binilen o olur, binen insan
Çüş'le, oha'yla bilinir lisan
Geri kalınca idrakla izan
Kaşındıkça kaşı tımarlansın


Eşekliğin yerini makina aldı
İnsanlığı ezip çarkına verdi
Antires'te artık farkına vardı
Start de başlasın,stop de dursun

Antires Mansur 


DUVAR YOSUNLARINA GÜLLER DİKTİM
Yasaklı yıllarda
Yasaklı mektupları
Çıkardım zulasından
Yeniden okuyorum.
Eğirdim iplik, iplik
Zamanın çıkrığında
Çile ettim sabrımı
Çıplak gecelerime
umutlar dokuyorum.
Kazıdım duvarlardan
Karanlıkları bir, bir
Duvar yosunlarına
kırmızı güller diktim.
Örümcek ağı tutmuş
Yanmayan lambaları
Kopardım yerlerinden
Erdemin ışığıyla
Nemde şişen betona
Islıklar çığırarak
Yeni umutlar diktim.

Gözlerimde kağıt yaptım duvarları
Türkü, türkü resim çizdim.
Pencereler duvar boyu
Gök yüzüne boyadım camlarını
Hüzünledim özgürlüğü
Dağlarına kar yağdırdım
Otlakları kuzularla doldurdum
Üç adım da kırlara gittim
Demetledim kır çiçeklerini
Yar eline verdim.
Meyveyi dalında üleştim
Yoksul köylerde
Kaynağından su içtim.
Hakir varoşlarda
Bekar evlerde kaldım
Tel sobanın başında
Sohbetler getirdi sabahı.
Kendimi bayram yerlerinde buldum.
Şekerler dağıttım
Bayram çocuklarına
Onlarla ağladım onlarla güldüm.

Düşler kurdum yalnızlıklarda
Saçlarını okşadım sevgilinin
Yanaklarından öptüm
Dudaklarımda yapışkan,
Kimyalı kağıt tadı kaldı
Gizliden gizliye baktım
Kitap arasındaki fotoğraflara
Sevginin yasaksallığına
Bir anlam veremedim

Gözlerinle yaktım geceyi
Gülüşünle ranzama uzandım
Düşler kurdum
Yazı yazdım
Resim çizdim
Islık çaldım geceye
Tel örgülere perdeler astım
Soba deliklerinden dağlara kaçtım
Yollar yürüdüm
İniş indim
Yokuş çıktım
Geceyi kazıdım duvarlardan
Duvar yosunlarına güller diktim.

ARALIK 1985.

KENTİN VAROŞLARINDAN GELEN
İncecik pardesüler içindeki okul arkadaşlarımız
her vakit çok geç gelirlerdi sabah dersine,
çünkü süt ve gazete dağıtırlardı annelerinin yerine.
Öğretmenler
onları bir güzel azarlar
ve işaret korlardı kara kaplı deftere

Getirmezlerdi yanlarında yiyecek filan.
Ders aralarında yalnız
ödevlerini yaparlardı helalarda.
Ama izin verilmezdi buna.
Dinlenmek ve yemek içinmiş ders araları.
Pi'nin ondalık değerini bilemediler mi
öğretmenleri sorardı onları:
Neden kalmadınız o çıktığınız çöplükte?
Bilirdi onlar neden kalmadıklarını.

Kentin varoşlarından gelen yoksul çocuklarına
devlet kapılarında önemsiz görevler vaadedilirdi,
bu yüzden onlar, gecelerini gündüzlerine katıp ezberlerlerdi
parça parça olmuş elden düşme kitaplarında ne varsa.
Bir de öğrenirlerdi öğretmenlerinin ayaklarını yalamayı
ve hor görmeyi kendi analarını

Varoşlardan gelen yoksul okul çocuklarına vaadedilen bu
önemsiz görevler
toprağın altındaydı.
Onlara ayrılan yerlerdeki sandalyelerin yoktu
oturacak yerleri.
Olsa olsa
Kısa bitkilerin kökleriydi
onları bekleyen.
Hem ne diye öğretiliyordu bu çocuklara Yunanca dilbilgisi,
Sezar'ın seferleri, sülfürün formülü, Pi'nin değeri?
Alınlarında yazılı olan Flander'lerin kitle mezarlarında
neye ihtiyaçları olacaktı bu çocukların
biraz kireçten başka?


Bertolt BRECHT

Bozuk Düzen
Oger Telekom grevcisi Kamer Özdemir'in ulaştırdığı şiirini yayınlıyoruz:


Evrenin oluşması ve monologların isyanı


?.......
Bir ateş parçasıydı
gizlerde gidip gelen şey.
Nerden geldiği bilinmeyen sonsuzdu
maddedeki imgelem.
İnorganik organik diye ayrılan,
değişimde döllenen,
insandım.

Varoluşumdaki rolüm,
tüm şeylerin tek nedeni,
iyilik ve kötülük,
durmayan matematik bir sonuçla kemirdi beynimi.
Her şey değişmek zorundaydı.
Felsefi bakışlı zıtlıkla bir şeytan yarattım?
İdeolojik yok oluşun kıvranan fahişesi !

Şeytandan insanlar türettim durmadan?
Ve sonsuzluktan gelen entrikalarla
ne tufanlar yarattım ?
Gemileri olmayan tufanlarla
ırkları yeryüzüne serptim.
Genleri Mutasyonik bir kazaya uğramıştı
adı piç olan ırk?
??????

Hiçbir toprak kimsenin değilken,
yeryüzüne hiçbir isim konulmamışken,
Ey kahrolası kin!
bitmeyen zehrinin
damıtan imbiğiyle öldüren!
Sapkın tarihin başlarken,
piramitten aşklara inat mıydı kirliliğin?
Sana kanarak insanlığımı bir an yitirdim.
Anlamı bilinmeyen noktalarla dolan zamanda.
Hadi gel beni öp dudağımdan.
Fışkırsın bir hayat rahminden.

Ufacıktı?felsefi denklemler.
Kısacıktı?insani ilişkiler.
Görünmezdi?tarihsel gerçekler.
Gözler, sağırlaşan kulaklar kadar duyumsuz
ve hayattaki en sorumsuz damlaydı .
Yeryüzünü kirleten insan!
Aktın ille de içime.
Dağlardan barikatlar kurarak tenimde.
Ben Tanrı kadar Tanrılaşan isyan!
Ben mahluk- i hayvan!
Ben türlerin en sonuncusu!
Ben tahribatın bekçisi!
??????

Bir tufanla başladı?
Bir tufan ki
??????bir damla su kadar bile görünmezdi
?????????OL? emriyle her şey oluverdi
????..Ve insanoğlu, kendisini nasıl küçümsedi,
evrimleşti?
Ve milyonlarca yıl sonra
insanın insana ihaneti başladı.
????

Yıldızların ,
çok sönük yandığı bir gecede,
baharları yel eser,
serinlersin
hani gölgesinde?
O gece,
çok gizlice
güllerin dibinde,
bir kadın, bir erkek
genlerine inat ederek
Türkçe şiir eşliğinde
sevişirken en cicimli flörtünde,
Türkçe çocuk yapmak niyetiyle,
gövdeler gövdelere kilitlendiğinde
genlerini Türkçe?ye çeviremediler.
Kürt genleriyle donatılmıştı bahçeler.
Karanlık bir iklimde düşen her damla?
Anadolu kadınının memesinden akan süt gibiydi
Dudaklarımda hala tadı durur.
Her anne, benim annemdi.
Terim sevdamın seviştiği toprak kokar.

İntiharım suskunluğumla başladı?
Ve böylece başladı maceramız
Karacadağ?dan fışkıran bazalt parçaları
volkanik bir hataydı varoluşum.

Ey ırk çevirmenleri gen bilimciler!
Nerden geldi piçliğim ?
Çıplak mı çıplak!
Beyaz mı beyaz!
Aklına bunları yaz ?
Piç mi doğdu Kürtlüğüm?
????..

Ey inat !
?Ben gezgin satıcıyım,cevher satıcısı değil
Kendi kendime yetişmişim,yetiştirilmiş değil
Kürdüm dağlıyım kenardanım?
????.

Kabustu beynimi kuşatan zaman?
????.

Sonra,
hırsız bir gecede
ansızın,
kara kukuletalı şifrelenmiş ihanet,
değiştirilmeye çalışılan genler,
varolan piçliğime nedenler,
destansı tarihlere tükürerek,
trajikomik gülüşümde öldürülen,
Ey ironik zaman!
kart kurt oldu piçliğim.
Çelikte eridi ateşimde.

Tarihçiler !
Gen bilimciler!
Zaman kahreden bir ayrılık mı ?
İnsan kendi kurduyla devrilen ağaç mı ?
Tepeden tırnağa yalan değilse yaşam,
koy beni bir yere
Ey Tanrı ! o en güçlü sesinle.
Bak nasılda yok sayıyorlar
atomdan oluşan bedenimi ?
Neden bu şifrelerle donatın ki genlerimi ?
Hadi sustum diyelim,
kabuslar sürülüyor üstüme.
Paslı bir hançerle zulüm dokuyor tenime.
Ve ölüyorum en cennet bir iklimde
yayından fırlayan ok gibi ihanetle?

Şimdi sen söyle ey evren !
kendinle ört üstümü.
Ne belalar salındı üstüme ?
Mini minnacık ama sevimsiz ve hain.
Kahroluşumun sebebi genler?
Eciş bücüş görünmezler.
Talan var tenimde.
At kişnemeleri,
nal sesleri,
kin nehirleri?
??.

?Ben Allah?ın hikmetine şaşakaldım
Kürtler dünya devletinde
Acep ne sebeple kalmışlar boynu bükük
Hepsi birden niçin olmuşlar mahkum? ?

Ey Yunus! İşte şiirlerin :
???..
?Yanan kömür,
Kızan demir,
Örse çekiç
Vuran biziz.?
???.
?Geçti beyler mürüvveti,
Binmişler birer atı,
Yediği insan eti,
İçtiği kan olmuştur..?
???.

Dayanamam
Kan kırmızısına çevrilmesin toprak
Topraktan fışkırsın milyonlarca hayat
Hem sana hem bana yeter bu aşk

Ey Yunus!
Bak ardılın haykırıyor duyuyor musun?

?Neyleyim ki pazar hayli kesattır.
Alıcısı yoktur Kürtçe kumaşın.
Yani para ve altın hırsından,
İlmin tamamını bir mangıra satsan,
Felsefeyi bir pabuca bile versen
Devrin böyle olduğunu gördüğümüz vakit
Hep para için savaşıldığını gördüğümüz vakit?

Ey insan nedir bu vahşet ?
Kininden düşen dehşet yaktı beni.
Oysa aynı güllerin birer dikenidir insan.

Kara Papak Türklerinden Çıldırlı Aşık Şenlik
Senin neyin söylesene ?
beni yok sayan boş inkarın?
yok saydığınız beni.
Ne güzel Ruslara karşı direnmeye çağıran şiiriyle

?bir kağız yazmışam celali kürde
O zaman cevaf ver merdoğlu merde
Seksenmin pür silah tamam bir yerde
Yêriyif Kürdistan külli var gelir?

Okundu ferman şifrelerimize müdahale var.
Lamarck? ın çevresel piçliğimiydi Kürt oluşum.
Darwin?in doğal ayıklanmasından mı geldim?
Yada Allah?ın yaratığı insan mıydı Kürtlüğüm?
Şimdi şaşırdım kaldım hangisi acaba ?
derin düşüncelere daldım.
Yaşama hayran kaldım,
soran mı var ?
Adem ve Havva kimdendi ?
Başıma bela kesilen ah bu genler ?
Kanıtıma nedenler sen ey kalın kafalı kart kurt !
Biz zaten şifrelenmiş varoluşunun değişmez genleriyiz.
İnkara karşı başkaldıran şövalyeleriz.
Mutasyonik bir kazaya uğrayan genlerinle,
sen piç doğan bir Kürtlüğün,
daha da piçleşen çocuğu.
hani şairliğin ?

Bir taşa çarpar gibi parçalandı
kainattaki tüm düşlerim.
Kan akmadan öldüm.
Çıplak tenime saplandı dilin.
Ayrıldık mı
depremlerde ayrılan yer kabuğu gibi
acımasız?
Ayrıldık mı aniden
yıldızlardan kopan ateş gibi birden?
Ey tarihin kirli sayfalarında akan kan !
hala durulmadın mı ?
Hain bıçaklarla çizdin,
tenimin çizgilerinde senin ihanetin!
Avuçlarımda ölüm bir çocuk sevgisiyle besliyorken
Ne çıkar bilinerek geceler karartılıyorsa ey ihanet!
Aşk mıydı tapındığım sevdaların mavileşen renklerimi?
Yoksa özgürlük mü ey Ay! gecelerinin çözümsüz Senfonisi ?
Çırılçıplak anadan üryan bir sözcükle çağırıyorum seni .
Gel ay çıkmayan bir gecede sende Kürt ol sosyolojiye inat.
Yani matematiği tutmayan hesap,
bir günlüğüne de olsa yüreğimle seviş, aşkımla örtüş.
Anadolu olalım, mozaikler ülkesi yetmiş iki milletin dili.
Hitit, Lidya, Sümer ,Medya, Boşnak, Çerkez, Asur ,Pers !
Soy kütüğünü takip ediyorum ey dünya!
Kuran?i Kerim?de Adem Havva
Darwinizimde atamız bir maymun.
Ya da rastlantısal mutasyonik bir kaza.
Velhasıl bir fasıl sonuç homo sapiens.
Nerden gidersen git geliyorsun tek pınara.
Bir gün kısa, bir ömürle sende gireceksin o dar sığınağa.
Öyleyse ne kükrersin yelesiz aslan gibi ?
Savaştan çıkmış bir kahraman mısın sen?
Atıp tutma vatansa, vatan! benim canım.
O toprağa kanımı katan, dedelerim .
Rüyalarına girmedi mi çığırdığı türküsüyle?
??.


"Kolumu salladım toplar oynadı
Kara taş içinde çete kaynadı
Yaşasın Urfalılar teslim olmadı
Di yeri yeri kumandanlar yeri
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri

Tılfındır hastahane karşıma karşı
Zalım Fransızın bonba atışı
Urfa çetelerinin süngü takışı
Dı yeri yeri Bozanbegim yeri
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri

Tılfındır tepesinde tabya kuruldu
Ermeniler Fransıza asker yazıldı
Şebekede Fransıza mezar kazıldı
Dı yeri yeri Bozanbegim yeri
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri

Çekerim çekerim gitmez kadana
Fransızın kurşunu değmez adama
Dönmezsem haber verin anama
Dı yeri yeri kumandanlar yeri
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri

Şişkonun damından atladım geldim
Cabırhanam döküldü topladım geldim
Hayın düşmanları pakladım geldim
Dı yeri yeri kumandanlar yeri
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri

Fransızın başında kırmızı fesler
Atılıyor bombalar gelmiyor sesler
Ruhları çekilmiş kalmış kafesler
Dı yeri yeri kumandanlar yeri
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri?
????
Şanlıurfa halkı Fransızları bozguna uğrattığında,
kara bıyıklı da karayılan düşmanı kırdığında.
Kahramanlaşan Maraş?a hangi yürekle kükrersin?
???
Anadolu? da kuşatıldığımıza bakmadan ,
minareden ezan sesiyle türkülerimizi yakarak,
su gibi akıp toprak içine sinerek hey !
Ve delirmiş bir küheylan gibi silkinerek!
Frenk giysili adamlar namusumuza el atanda,
al kanlı bayrağı mı çiğnemiştik?
Şimdi, birden bire bir Nevroz gününde,
Nevroztik bir histeriyle ırkçı literatürlerde
piç mi doğduk adı Kürt konulan?

Çırılçıplak anadan üryan, dilimden kopan isyan.
Bir Türk kızının kızlığı kadar namuslu sözlerim.
Bana, beni yaralarda işgalci kurşunundan ağır.
Dayanamam.
Gel gir koynuma ey vatan !
bak bir gelin almışız telli duvağı Türk motifli
Ve yemekleri ne çok güzel, sanki yapan Kürt kızı ?
özledim bahar kokulu tadını yapan ellerindi?
Nergis ellerin?
kokusu ki vatan,
güzelliğine renk katan.
Çerkez kızı?nın güzelliği
Ve Temel?in esprisi hamsi gülüşlü?
burnu kartal gagası kahraman bakışlı.
????

Elleri kırılası zaman ne susarsın?
Bebelerimiz kan gölünde boğulmuştu.
Cesetlerinden akan kırmızıyla toprakta kızıl güller açmıştı.
Ey insan !uyan bak fay hatları kopartılıyor Anadolu?nun.
İkliminden alırız rengimizi ölümle kuşatılmış tenimizin.
Terinden yakılır türkülerimiz barış rengine hasret vatanımın
????..


Saplantılı kafanı sapla bir kuma körelir gözlerin.
Okyanusların dalga sesindeki gürültüyle belki uyanırsın.
Denizlerin esintisiyle gelen melodik aşk gibi içten,
oku bakalım bir türkü, sevdalım? özgürlük koksun.
Anadolu çığlığı sesinle yayılsın, evreni doldursun.
??????.

Şiirlerimin meşk safsatası bir kurgudur.
Kadınlarla olan sevişmem sadece sözsel bir vurgudur.
Nerde bu duyguların dans eden şerefli öpüşleri ?
ve vatan kadar tutunacağım bir devin mavi gözleri?
Her seviştiğimde yıldızların ışıltısında,
debelendiğim toprakta yatan şehitlerin külleri dirilsin!
Konuşturmayın beni !
uslanmaz ozandır bir yanım,
destanlar yaratırım kuru daldaki yaprağa.
Destanlardaki ağıtlarla çınarların kökleri gibi
karanlıklardan fırlar haykırışlarım salınır toprağa.
Barıştır Anadolu ey tarih sayfalarını aç
Artık ağlamaya vaktimiz yok.
Birkaç bin yıldır
çok ağladı analarımız
körpe bedenlere sarınarak.
Kan kırmızı karanfile dönerek bembeyaz giysileri.

Ve sen ey kardeşlik duy sesimi!
Toprağımda bana,
kanımı akıttığım vatanda
Hain! diyen dilin utanmadı mı kardeşliğinden?
????.

Bülbül-ü şeyda aşkıyla şarkılar söyleyelim,
Pir Sultan Abdal?ın sazıyla türküler.
Dadaloğlu?yum hey !
Köroğluyum! gökleri gürletirim attığım narayla.
Demirci Kava?nın ateşiyim demiri eritirim.
Mem?u Zin sevdasıyım.
Leyla mecnun çölüyüm.
Ferhat?ın gürzüyüm .
Yunus?un diliyim.
????
Anadolu?nun en güzel türküsüyüm.

?Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni?

Vuruldum ey vatan!
Şimdi ben neyim?
Şehit mi,
Leş mi ?
Yazık be çok yazık.
Hangi kitapta yazar, dost dosta mezar kazar?
Aynı toprak adına ,aynı düşmanla çarpışan.
Aynı mezarda yatan, aynı omuzda taşınan.
Ölürken bile, gülümsemesinde dona kalan.
Ay Yıldıza bakan Kürde hainliği! Yapıştıran ?
???..

Birden bire bir fay koptu içimde.
Bir gecede beni hainleştiren ,
Sen kimsin de havadan sudan kükrersin ?
Hiçbir Türk mertliğini kirletmez.
Küfretmek Türk!lüğü belirtmez.
Önce kafamı ez kendini bilmez,
Kimse bana vatanımda
?Ya sev ya terk et? diyemez!
S
?U
??.S
???..M
?????U
??????.Y
???????..O
?????????.R
???..
susmuyor dilim
yaydan fırlamış ok gibi
yok geri dönüşüm
Anadolu?yum ben
Anadolu !
sen bilsen de
bilmesen de.
Ben onun oğluyum.
Kızıl çiçekli bahçelerin başkaldıran gülüyüm.
yetmiş iki milletin susmayan bülbülüyüm .
ben Anadolu?yum!.......
???

Halil MANAP

DİYALEKTİK MUTSUZLUKLAR
bir uzak sabah denizidir gittiğin kapı
ellerinde rüzgârın taşınmaz çamurları var
köpürmüş soylarımı toplarken çürüyen yanlarımdan
inan batmış şehirler gibi onarılmaz anılar
gözlerinde unuttuğum o eski aciz miras
almaya gelsem soluğumda dalgın yosun kokusu
biliyorum artık hiçbir gemi beni taşımaz
ve yeniden büyür içimde mağrur bir zakkum gibi
terk edilmek korkusu

susarsın bir silahsızlanma akşamı
susarsın dudaklarında ıslıklar kanar
öpülmez dudakların ıslık yarası
mavzerdir dokunmalarım kirvem bilirsin
öpemem, öpersem tekmil bir aşiret tragedyası

hüznünü ver bana yeter, gizli hüznünü
kolları bağlı hüzün olsun dört yanım
ırağına vurma beni kirvem, ağlarım, delirirsin
sonra derler haklıdır sevdası
geç olur ki artık onarmaz rakılar
geç olur bir yaraya rakının dağılması

sen denize sırtını dönen uykusuz dağlı,
gemiler nerde (ki çoğu hüviyetidir melankolinin)
nerde aykırı mavzerler (onlara sığdıramazsın ki öfkelerini)
barut esmeri tenine sevdalarımı sürdüğüm
nasıl taşıdım bunca yıl delirmiş saçlarında
o eski şark yelini
biliyorum dokunsam parmaklarım kırılır
dokunmasam eşkıya uykusuzluğu çetin silahlar gibi.


murathan mungan
 

Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol